Okuyanlar bilir benim babamla oldukça garip bir ilişkim var.
Şey aslında garip demek ne kadar doğru emin değilim çünkü ‘garip olmayan aile
ilişkileri’ hakkında pek bir fikrim yok açıkçası. Her neyse biz babamla önceden
plan yapmıştık, bugün beraber sinemaya gidecektik. İşte okuldayken beni aradı , saat beş civarında buluşmaya karar
verdik, benim de dershanem vardı zaten, etüt çıkışı Ankamall’e gidecektim. Sonra
babam bana derste mesaj attı ki o an fark ettim insanın babasından mesaj alması
çok ilginç bir şey. Aynen aktarıyorum:
Babam: Sen okuldan
kaçta çıkıyosun
Ben: Ucu
on gece(telefonum yeni servisten geldi de daha uyum sağlayamadık)
Babam: Daha erken
gidelimmi
Ben: Olabilir. Plan
ne?
(Yazım hataları mesajlaşma esnasında olanlardır.)
Her neyse işte biz
kararlaştırdık, okul çıkışı aldı babam beni. Anteres’e gitmek istiyordu, oraya
gittik. Ben de şimdiye kadar bir
bilemedin iki kez gitmişimdir oraya, pek de sevmem. Ama sinema salonları
güzelmiş. Film seanslarına baktık, en yakın olanları benim hayatta
seyretmeyeceğim filmler. Ben zaten Açlık Oyunları’na gitmek istiyordum. Aslında
ona çıktığı gün gittim ama kitabını çok beğendiğimden tekrar gitmek istedim.
Sevdiğim filmlere öyle yaparım ben. Çoğu Karayip Korsanları filmine iki kez
gitmişimdir mesela.
Açlık Oyunları’nın
en yakın seansı da altıyı çeyrek geçe başlıyordu, babam o kadar beklemeyelim,
zaten seyretmişsin, dedi. Ama ben durur muyum? Babamın telefonundan bağlandım
internete sinema arıyorum. En sonunda uflaya puflaya Ankamall’e gittik. Ben
biletleri aldım, o arada Genç Turkcell şifresiyle verilen indirimli mısır
kuponunu kaybettim.

Sonra babamla şu
çikolata şelalesinden yemeye gittik. (Aslında adı bu değil ama) Görevli resmen
bizi dolandırdı, fiyat farkını söylemeden onu bunu eklettirdi sonra iki katını
aldı. Bu benim ilk yiyişimdi zaten. Beğendim ama öyle çok matah bir şey de
değildi. Sonra birlikte D&R’a gittik. Babam kişisel gelişim kitaplarına
bakarken bende İngilizce romanlara baktım. Sophie Kinsella’nın birkaç kitabı
vardı Türkçe’ye çevrilmemiş ama hiç araştırma yapmadan almak istemedim. O arada
babam elinde iki kitapla geldi. Düşünce Gücüyle Tedavi 1 ve 2. Bu kitapta hastalıklar, bunlara neden olan
düşünceler ve bunlardan kurtulmak için ne düşüme gerektiği yazıyor. Direk baş
ağrısı kısmını buldum. Çünkü arada öyle ağrıyor ki bir silah bulup kafama
dayamak istiyorum ama tabi o baş ağrısına rağmen aklım birazda olsa yerinde.
Neyse, konuyu dağıtmadan
sadece hastalıkların ve nedenlerini alıntısını yapayım.
Baş Ağrıları(Bkz. Migren) - Değersizlik duygusu.
Özeleştiri. Korku.
Tabi ben bunu
görünce kitapçının ortasında dona kaldım. Çünkü o değersizlik duygusunu
kesinlikle hissediyordum. Babam bakıyor sanki bunu gerçekten hissedip
hissetmediğimi çözmeye çalışır gibi. Diyemiyorum ki ben bunu yıllarca hissettim
ve en çok senin yüzünden diye. Ama sanırım anladı çünkü o da durgunlaştı. Ben
de bu ara çok göze batan diğer hastalıklarıma bakıyım dedim
Mide Bulantısı - Korku. Bir fikri ya da
deneyimi kabul edememek.
Araba Tutması(Bkz. Hareket Hastalığı) – Korku.
Tutsaklık. Kendini kapana kısılmış hissetme.
Açıkçası saçma sapan
bir kitap diye yok saymayı tercih ederim ama bazılarını kesinlikle
hissediyordum. O yüzden kitabı babamın eline tutuşturup ordan kayboldum. En çok
o değersizlik kısmı koydu zaten. Çünkü bu çok üstünde düşünmemeye çalıştığım
bir şey.

Bu arada D&R’ı
gezerken keşke küçük olsaymışım dedim. Barbie bebek için kıyafet tasarım
çantaları var ya. Çıkartmaları, kıyafet şekil cetvelleri, kumaş desenleri falan
var. Utanmadan orda tüm modellerini inceledim, zaten görenlerde kardeşine falan
bakıyordur zannetmiştir. Şimdi ki çocuklar çok şanslı :D
İşte sonra film
başladı. Ama öyle bir yere vermişler ki boynum tutulacak dedim daha film
başlamadan. Halbuki kadın ‘Arka mı olsun orta mı?’ diye sorduğunda ‘Ortalar çok
önde değilse orta olsun’ demiştim. Film başlar başlamaz sağ tarafımda oturan
kızlar birden ayaklandılar ve salondan çıktılar. Baktım geri gelmiyorlar bir
yana kaydım. Öbür koltuğa bir adam montunu koyunca oraya kadar gidemedim.
Yarıdan sonra söyledim adama, yüzümde de çok tatlı bir gülümseme. Bu arada fark
etmeden geçemedim, iki erkek arkadaş gelmişlerdi. Aklıma direk Kanka
Kanunlarındaki sinemaya gitme maddeleri geldi. Şamslı günümdeymişim ama son
geçtiğim yer çok güzeldi. Ama Ankamall’ün sinemalarını sevmediğime karar
verdim, hem sıkışıklar hem de boynunuzu falan ağrıtıyorlar.
Sinemadan çıktıktan
sonra telefonuma bir baktım, annem beş kez aramış. Aslında geç geleceğimi de
biliyordu ama babamla olunca böyle arayıp duruyor. O da haklı aslında ne zaman babamla buluşsam
eve hasta geliyorum. En son buluştuğumuzda öyle bir başım ağrımıştı ki ilaçlar,
vurguluyorum ilaçlar, kesememişti. Babamda
ara anneni söyle dedi, belli etmemeye çalıştı ama baya bozuldu. Ben de kendimi
kötü hissettim. Yani bütün bunların aslında benle hiçbir ilgisi yok ama kendini
kötü hisseden yine ben, yine ben. Aslında ikisi de beni mutlu etmeye çalışıyor.
Babam benimle daha çok vakit geçirmek istiyor, bu arada benim tadımı da
kaçırıyor; annemde bunca yıldan sonra gelip hayatıma dahil olmaya çalışmasına
kızıyor. İkisini de anlayabiliyorum. Babamın çabalarını da görüyorum. Bugün hiç
sesini çıkarmadan oradan oraya götürdü beni. Hani ufak şeyler için direk
insanları suçlama gibi huyları var, biliyorum. Gideceğimiz filmi beş kere
söylediğim halde ‘söylemedin, ben de seanslara bakmadım, söyleseydin böyle
dolanıyor olmazdık’ gibi. Yine de eskiden olmayan bir nazik ve sakin olma
çabası var. Ama ben geçmişi unutmakta
zorluk çekiyorum. Bu sürekli o zaman böyle olmuştu, şu gün şunu yapmıştı gibi
düşünmek değil. Sadece güvensizlik duygusu. ‘Bakalım bugün ne çıkacak?’ sorusu.
 |
(Bu resim beni çok duygulandırdı, keşke benim de babamla böyle bir resmim olsaydı) |
Annemse babama
kızgın. Benim ne kadar çok üzüldüğümü biliyor ve affetmiyor. Şimdiyse hayatıma
girmesini artık belirli bir yaşa gelmiş olmam olduğunu, ileride bana ihtiyaç
duyacağından birden ilgi göstermeye başladığını düşünüyor. Açıkçası bilmiyorum, öbür türlü olmasını diliyorum; çünkü her şeye
rağmen onu seviyorum. İnsanın kendi kanından birini silip atması çok zor. En
ufak iyi bir davranışı bile her şeyi unutmama yetiyor. Ama unutulması gereken
şeyler hiç bitmiyor. Sürekli, sürekli oluşuyor.
Şu anda evdeyim.
Babamın yanına her gittiğimde olduğu gibi hissediyorum. Sanki bir kitap
okuyormuşum da okumayı bırakmışım gibi. Nedense beraber yaptığımız her şey
kendi hayatımın değil de aslında ben olmayan ama bana benzeyen birinin
hayatının bir parçasıymış gibi. Üvey babam, ben ve annem bir şeyler yaptığında
da bu kadar yoğun olmasa da buna benzer hissediyorum. Ama aslında gerçek ‘Ben’
hangisiyim bilemiyorum, bu da beni öfkelendiriyor.