Çarşamba, Temmuz 31

Gerçek Aşk mı Basit Bir Süreç mi?

  En iyi arkadaşım hayatının aşkını bulduğunu zannetti. Yine. En iyi arkadaşım derken gerçekten en iyi arkadaşım. Telefonda bir saat konuşup arkasından sabaha kadar mesajlaştığınız cinsten. Birlikte vakit geçirmekten bir an bile sıkılmadığınız birbiriniz için kavgaya girmekten çekinmediğiniz türden. Ben ona burada Lena diyeceğim.
  Lena okuldan bir zamanlar çok yakın arkadaşı olan bir çocukla çıkıyordu.  Birbirlerini gerçekten sevdiklerine inanmaya başlamıştım. Ama sınav zamanı yaklaştıkça birbirlerini göremenin verdiği huzursuzlukla araları açılıyordu. O ara bizim sınıfa yeni bir çocuk geldi ve Lena’ya sanki küçük dağları o yaratmış gibi bakmaya başladı. Bu çocuk çok zekiydi. Lena’yla sevgilisinin arasına önce yavaşça sızdırmadan girmeye başladı. Kızın telefonunu buldu, tatlı talı arkadaşça mesajlar attı, dışarıda buluşmalarını sağladı.
  Üç hafta sonunda Lena’ya aşkını itiraf etmiş alttan alttan sen bu işte yoksan ben kendime zarar veririm imalarını başlatmıştı. Ama nasıl aşıktı. Sınavın ya da başka hiçbir şeyin önemi yoktu. Bu dünyada Lena’dan daha önemli kimse yoktu. Çocuk yalan söylemiyordu gerçekten aşık olmuştu. Önünü göremiyordu. Yardımcı olmam için bana yalvarıyordu, suratını asıp yemek yemiyordu. Fırtına gibi kızın üstüne geldi. Lena’da bu sırada sevgilisiyle çok büyük kavgalar yaşıyordu ve tabii ki ayrıldılar.
  Dördüncü haftanın başında çıkmaya başladılar. Bu çocukta hoşlanmadığım bir şey vardı ama Lena’yı çok mutlu ediyordu. Bende sustum. Arkadaşımda bizi yan yana getirmeye çalışmaktan vazgeçti ve ayrı ayrı görüşmeye başladık. Ben her şeyden haberdar kalmaya devam ettim.
  Şimdi ilişkilerinin dördüncü ayına girmek üzereler ve ara vermiş durumdalar. Sebebi ise kızın çocukdan çok daha başarılı olmasının verdiği eziklikmiş. Bir neden bu elbet ama diğer neden artık çocuğun ilişkilerini başka bir boyuta taşımak istemesiydi. İlişkilerinin başında sinema köşelerinde, Starbucks’ta falan öpüşüp koklaşıyorlardı. Ama çocuk artık bu konuda da ‘gerçek bir ilişki’ yaşamak istiyormuş. Ve kızın artık hazır olmasını istiyormuş.  Bazı kadınlar erkeklerin yine bazı konularda baskıcı olmasından hoşlanırlar. Bunun onların istediğini elde etme yeteneğini gösterdiğini düşünenler de var ama hiçbir kadın cinsel baskıdan hoşlanmaz.
  Hala aşık olduğunu iddia eden  biri ilişkiyi sadece cinsellik boyutunda mı düşünmeli? Yoksa ben abartıyorum ve bu doğal yol mu? Peki baskı? Bu da mı doğal? Birinin sadece yüzünü görmenin yeteceğini iddia ettikten sonra ilişkinin yanlış zamanlamadan  bitmesi normal mi? Belki de aşk bitmiştir ve bu onun canlı tutma yöntemidir. O zaman aşk dedikleri bu kadar mı? Onsuz nefes alıp verememek burun tıkanıklığı gibi geçici bir sorun mu?
  Başkalarının ilişkilerine burnunu sokmanın yanlış olduğunu biliyorum. Yorum bile yapmamam gerek belki çünkü ben bu ilişkinin içinde değilim. Ama kesinlikle yanlış olan bir şey var ki o da söylenen sözlerin geçerliliğinin olmaması. İnsan aşık olduğunda sözler mi önemini kaybediyor yoksa zamanla sözlere verilen değerler mi kayboluyor? 
Read More




Döndüm

 Üniversiteye hazırlanmanın zor olacağını tahmin ediyordum ama bu kadarı aklımın ucundan bile geçmemişti. Sadece bir gün önce çalışarak girdiğim sınavlardan sonra bu oldukça sinir bozucu bir deneyimdi ve tek dileğim tekrar böyle bir şey yaşamak zorunda kalmamak.
 İnsanı kesinlikle asosyalleştiriyor ve kendini tanıyamamasına neden oluyor. Şükürler olsun ki bitti. Hiç aklımda olmamasına ve onuncu tercihim olmasına rağmen artık bir diş hekimliği öğrencisiyim. Sağlıkla ilgili bir alanda çalışacağımı hiç hayal etmemiştim ama sanırım hayat beni şaşkına çevirmekten büyük zevk alıyor.
 Sınavdan sonra insanlarla konuşma yeteneğimi kaybettiğimi sandım, neyse ki bu da bisiklete binmek gibiymiş. Bir şeyler yazmadan nasıl bu kadar dayandım hiç bir fikrim yok ama son zamanlarda tekrar başlamak için cesaret topluyordum. Gerçekten özlemişim. Kendimi tekrar kendim gibi hissediyorum. Biraz şaşkın bir yazı farkındayım ama dediğim gibi çok uzun zaman oldu ve her şeyi aynı anda söylemek istiyorum. Neyse en iyisi susayım ve heyecanımın geçmesini bekleyeyim.
Read More




Perşembe, Mart 29

Bir 'Baba' ve 'Kızı'


Okuyanlar bilir benim babamla oldukça garip bir ilişkim var. Şey aslında garip demek ne kadar doğru emin değilim çünkü ‘garip olmayan aile ilişkileri’ hakkında pek bir fikrim yok açıkçası. Her neyse biz babamla önceden plan yapmıştık, bugün beraber sinemaya gidecektik. İşte okuldayken beni  aradı , saat beş civarında buluşmaya karar verdik, benim de dershanem vardı zaten, etüt çıkışı Ankamall’e gidecektim. Sonra babam bana derste mesaj attı ki o an fark ettim insanın babasından mesaj alması çok ilginç bir şey. Aynen aktarıyorum:
Babam: Sen okuldan kaçta çıkıyosun
Ben: Ucu on gece(telefonum yeni servisten geldi de daha uyum sağlayamadık)
Babam: Daha erken gidelimmi
Ben: Olabilir. Plan ne?
(Yazım hataları mesajlaşma esnasında olanlardır.)
  Her neyse işte biz kararlaştırdık, okul çıkışı aldı babam beni. Anteres’e gitmek istiyordu, oraya gittik.  Ben de şimdiye kadar bir bilemedin iki kez gitmişimdir oraya, pek de sevmem. Ama sinema salonları güzelmiş. Film seanslarına baktık, en yakın olanları benim hayatta seyretmeyeceğim filmler. Ben zaten Açlık Oyunları’na gitmek istiyordum. Aslında ona çıktığı gün gittim ama kitabını çok beğendiğimden tekrar gitmek istedim. Sevdiğim filmlere öyle yaparım ben. Çoğu Karayip Korsanları filmine iki kez gitmişimdir mesela.
  Açlık Oyunları’nın en yakın seansı da altıyı çeyrek geçe başlıyordu, babam o kadar beklemeyelim, zaten seyretmişsin, dedi. Ama ben durur muyum? Babamın telefonundan bağlandım internete sinema arıyorum. En sonunda uflaya puflaya Ankamall’e gittik. Ben biletleri aldım, o arada Genç Turkcell şifresiyle verilen indirimli mısır kuponunu kaybettim.
  Sonra babamla şu çikolata şelalesinden yemeye gittik. (Aslında adı bu değil ama) Görevli resmen bizi dolandırdı, fiyat farkını söylemeden onu bunu eklettirdi sonra iki katını aldı. Bu benim ilk yiyişimdi zaten. Beğendim ama öyle çok matah bir şey de değildi. Sonra birlikte D&R’a gittik. Babam kişisel gelişim kitaplarına bakarken bende İngilizce romanlara baktım. Sophie Kinsella’nın birkaç kitabı vardı Türkçe’ye çevrilmemiş ama hiç araştırma yapmadan almak istemedim. O arada babam elinde iki kitapla geldi. Düşünce Gücüyle Tedavi 1 ve 2.  Bu kitapta hastalıklar, bunlara neden olan düşünceler ve bunlardan kurtulmak için ne düşüme gerektiği yazıyor. Direk baş ağrısı kısmını buldum. Çünkü arada öyle ağrıyor ki bir silah bulup kafama dayamak istiyorum ama tabi o baş ağrısına rağmen aklım birazda olsa yerinde.
 Neyse, konuyu dağıtmadan sadece hastalıkların ve nedenlerini alıntısını yapayım.
 Baş Ağrıları(Bkz. Migren) - Değersizlik duygusu. Özeleştiri. Korku.
  Tabi ben bunu görünce kitapçının ortasında dona kaldım. Çünkü o değersizlik duygusunu kesinlikle hissediyordum. Babam bakıyor sanki bunu gerçekten hissedip hissetmediğimi çözmeye çalışır gibi. Diyemiyorum ki ben bunu yıllarca hissettim ve en çok senin yüzünden diye. Ama sanırım anladı çünkü o da durgunlaştı. Ben de bu ara çok göze batan diğer hastalıklarıma bakıyım dedim
 Mide Bulantısı - Korku. Bir fikri ya da deneyimi kabul edememek.
 Araba Tutması(Bkz. Hareket Hastalığı) – Korku. Tutsaklık. Kendini kapana kısılmış hissetme.
  Açıkçası saçma sapan bir kitap diye yok saymayı tercih ederim ama bazılarını kesinlikle hissediyordum. O yüzden kitabı babamın eline tutuşturup ordan kayboldum. En çok o değersizlik kısmı koydu zaten. Çünkü bu çok üstünde düşünmemeye çalıştığım bir şey.
  Bu arada D&R’ı gezerken keşke küçük olsaymışım dedim. Barbie bebek için kıyafet tasarım çantaları var ya. Çıkartmaları, kıyafet şekil cetvelleri, kumaş desenleri falan var. Utanmadan orda tüm modellerini inceledim, zaten görenlerde kardeşine falan bakıyordur zannetmiştir. Şimdi ki çocuklar çok şanslı :D
  İşte sonra film başladı. Ama öyle bir yere vermişler ki boynum tutulacak dedim daha film başlamadan. Halbuki kadın ‘Arka mı olsun orta mı?’ diye sorduğunda ‘Ortalar çok önde değilse orta olsun’ demiştim. Film başlar başlamaz sağ tarafımda oturan kızlar birden ayaklandılar ve salondan çıktılar. Baktım geri gelmiyorlar bir yana kaydım. Öbür koltuğa bir adam montunu koyunca oraya kadar gidemedim. Yarıdan sonra söyledim adama, yüzümde de çok tatlı bir gülümseme. Bu arada fark etmeden geçemedim, iki erkek arkadaş gelmişlerdi. Aklıma direk Kanka Kanunlarındaki sinemaya gitme maddeleri geldi. Şamslı günümdeymişim ama son geçtiğim yer çok güzeldi. Ama Ankamall’ün sinemalarını sevmediğime karar verdim, hem sıkışıklar hem de boynunuzu falan ağrıtıyorlar.

  Sinemadan çıktıktan sonra telefonuma bir baktım, annem beş kez aramış. Aslında geç geleceğimi de biliyordu ama babamla olunca böyle arayıp duruyor.  O da haklı aslında ne zaman babamla buluşsam eve hasta geliyorum. En son buluştuğumuzda öyle bir başım ağrımıştı ki ilaçlar, vurguluyorum ilaçlar, kesememişti. Babamda ara anneni söyle dedi, belli etmemeye çalıştı ama baya bozuldu. Ben de kendimi kötü hissettim. Yani bütün bunların aslında benle hiçbir ilgisi yok ama kendini kötü hisseden yine ben, yine ben. Aslında ikisi de beni mutlu etmeye çalışıyor. Babam benimle daha çok vakit geçirmek istiyor, bu arada benim tadımı da kaçırıyor; annemde bunca yıldan sonra gelip hayatıma dahil olmaya çalışmasına kızıyor. İkisini de anlayabiliyorum. Babamın çabalarını da görüyorum. Bugün hiç sesini çıkarmadan oradan oraya götürdü beni. Hani ufak şeyler için direk insanları suçlama gibi huyları var, biliyorum. Gideceğimiz filmi beş kere söylediğim halde ‘söylemedin, ben de seanslara bakmadım, söyleseydin böyle dolanıyor olmazdık’ gibi. Yine de eskiden olmayan bir nazik ve sakin olma çabası var.  Ama ben geçmişi unutmakta zorluk çekiyorum. Bu sürekli o zaman böyle olmuştu, şu gün şunu yapmıştı gibi düşünmek değil. Sadece güvensizlik duygusu. ‘Bakalım bugün ne çıkacak?’ sorusu.
(Bu resim beni çok duygulandırdı, keşke benim de babamla böyle bir resmim olsaydı)
  Annemse babama kızgın. Benim ne kadar çok üzüldüğümü biliyor ve affetmiyor. Şimdiyse hayatıma girmesini artık belirli bir yaşa gelmiş olmam olduğunu, ileride bana ihtiyaç duyacağından birden ilgi göstermeye başladığını düşünüyor. Açıkçası bilmiyorum,  öbür türlü olmasını diliyorum; çünkü her şeye rağmen onu seviyorum. İnsanın kendi kanından birini silip atması çok zor. En ufak iyi bir davranışı bile her şeyi unutmama yetiyor. Ama unutulması gereken şeyler hiç bitmiyor. Sürekli, sürekli oluşuyor.
  Şu anda evdeyim. Babamın yanına her gittiğimde olduğu gibi hissediyorum. Sanki bir kitap okuyormuşum da okumayı bırakmışım gibi. Nedense beraber yaptığımız her şey kendi hayatımın değil de aslında ben olmayan ama bana benzeyen birinin hayatının bir parçasıymış gibi. Üvey babam, ben ve annem bir şeyler yaptığında da bu kadar yoğun olmasa da buna benzer hissediyorum. Ama aslında gerçek ‘Ben’ hangisiyim bilemiyorum, bu da beni öfkelendiriyor.

Read More




Çarşamba, Mart 28

Hah! Ben Sevimliyim!


1. Thank the person you gave the blog award and make a link her blog.
(Blogundan ödül aldığın kişiye teşekkür et onu linkle göster)
Blog yazmaya ilk başladığımda takip ettiğim belli başlı birkaç kişi vardı ama içlerinden birinin yazılarına bayılıyordum. Bütün yazılarını baştan sona(aslında sondan başa) merakla ve zevkle, bölenlere çığlık atarak okuduğum. Bir müddettir yazılarını göremiyordum ve bu yüzden çok mutsuzdum. Ama o artık geri döndü ve bana bir ödül verdi. Teşekkürler Ekimoza!
2. What is your favorite make up product?
(En favori makyaj malzemen?)
Kendime güvenebileceğim bir şey varsa o da cildimdir. Hayatım boyunca hiçbir zaman cildim için endişelenmem  gerekmedi, bir tek güneş kremi kullanmam şarttır (kışın bile), çünkü benim küçük, güzel çillerim var :D şu tüm yüzü kaplayanlardan değil elmacık kemikleri üzerinden başlayan ince bir şerit halinde :D
Ama en favori makyaj malzemem kahve, kırmızı tonlarındaki rujlardır. Hem renkleri çillerimle ve saçlarımla uyumlu hem de benim kendi dudaklarım çok soluk…
Sonra rimelleri de seviyorum, şu gözlerinizi örümcek ağı gibi yapmayanları  :D Aslında düşündüm de çoğu makyaj malzemesini seviyorum sadece kullanmıyorum, çok uğraş istiyor:D
3. What was the favorite trend of 2011?
(2011'in en sevdiğin trendi?)
‘O ne ya!’ diyerek geçiyorum bu soruyu.
4. What is your favorite desert?
 (En sevdiğin tatlı?)
Favori mi! İçinde çikolata ya da vişne (mümkünse ikisini birden) barındıran tüm tatlılar favorimdir, hiç birini dışlamam!
5. What is your favorite color?
 (Favori rengin?)
Bu favori işi beni yormaya başladı. Benim favorilerim yokmuş bunu anladım. Tüm renkleri severim. Zaten resim çizen birinin bir rengi diğerinden ayırması doğru olmaz. Kıyafette siyah, kırmızı, turuncu tonlarını, odamda yeşil, krem, kahve;  kalemlerde pembe, mor, mavi… Bu böyle gidiyor.
6. What is your name?
(İsmin?)
Cidden mi? Cadee…
7. What is the last song you listened to?
(En son dinlediğin şarkı?)
My Kinda Girl
8. Cats or dogs?
(Kedi mi köpek mi?)
Kediler. Özelliklede hırkanızın içinize sığdırabileceğiniz yavrular… Keşke hiç büyümeseler:)
9. Tell something you've never told your blog?
(Daha önce blogunda söylemediğin bi'şey söyle)
Bazı geceler kendi kurduğum hayallere (hayali karakterler çevresinde gerçekleşen) duygulanıp, ağlamaya başlıyorum. Çok garip olduğunu biliyorum ama kalbimin derinliklerinde hissedebiliyorum. Hem içimdekileri bu sayede attığımdan biri beni üzecek bir şey yaptığında göz yaşlarına boğulmak yerine ona ‘Cehenneme kadar yolun var!’ diyebiliyorum.
10. Pass this blog award to blogs which thing they deserve.
(Başka bloglara da bu ödülden ver)
Bana en zor gelen kısımlardan biri de bu işte.  Lavinya’ya, Bir Megolaman Kız’a, Seymsomething’e , Zombi’ye ve mimlenmeyi pek sevmediğini bildiğim halde Googhan’a ödül veriyorum.  Şey sizi çok ‘sevimli’ buluyorum. 
Read More




Çarşamba, Mart 21

Şehriyeden Aşk

(Bir ödev yazısı daha... Öğretmenim bayıldığı için daha nazik olmaya çalıştım.. Ama ruhani olarak çöküntüde olduğum bir gün yazdığım için çok berbat olmuştu ve bir sürü hata vardı, bunlardan dolayı şimdiden özür diliyorum çünkü tam bir kontrol yapamadım... Ne düşündüğünüzü söyleyin!)

   Aşk Zamanı, izleyene kadar hakkında hiçbir fikir sahibi olmadığım bir filmdi. O kadar ki, arkadaşlarımdan biri Türkçe mi izleyelim dediğinde cevabım “İngilizce izleyelim, orijinal dilinde olsun” olmuştu. Filmin orijinal dilinin İngilizce olduğunu düşünme sebebimi, halkımız olarak daha çok Amerikan veya İngiliz yapımı filmleri izleme ve beğenme alışkanlığından geldiğini düşünüyorum. Ama kendimi böyle bir hataya düştüğüm için, başka bir ülkenin yapımı olabileceğini düşünmemediğim için herkesten önce eleştiriyorum.
   Yaptığım hatadan dolayı film hakkında seyrettikten sonra birazcık araştırma yaptım.  Aşk Zamanı, İngilizce adıyla In The Mood For Love, orijinal adıylaysa  Fa Yeung Nin Wa, 2000 yılı, Hong Kong yapımı, yönetmenliğini  Kar Wai Wong’un yaptığı dram romantik türünde çarpık evlilik ilişkileri üzerine kurulu 100 dakikalık bir film.
  Filmde imgeler inanılmaz güzellikte kullanılmış ama anlayabilmek için oldukça dikkatli olmak ve filmi bir anlığına dahi olsa kaçırmamak gerekiyor. Ben imgeleri anlamakta zorlanan insanlarım, bu yüzden bazı arkadaşlarımın açıklamalarının çok yardımcı olduğunu itiraf etmem gerek. Ama görselliğini anlayabildiğim için mutluyum. Kadının fizikselliğini öne çıkartan bir çekim yapılmış, hatta çoğu zaman yüzüne odaklanmak yerine vücuduna odaklanıyor, oldukça düzgün ve çekici bir vücudu olduğu ve bunu zarafetle sergilediği içinse bu durum ilgi çekici oluyor. Kadının aynı kıyafetleri tekrar giyiyor oluşu, arada yüzüğü taktığı parmağını değiştiriyor oluşu ise günlük hayatta hep yapılan şeyler olduğu için doğallığını arttırıyor.
  Ben şu ‘aç karna aşk olmaz’ inanışına sahip insanlardanım, bu filmde görüşümü kanıtlıyor. Onlar için şehriyesiz aşk olmaz, ne yazık ki bu ‘şehriye’ dedikleri şey daha çok makarnaya benziyor, çeviri hatası olduğunu ummaktan başka bir şey gelmiyor elimden.  Susam şurubunun ne olduğunu bilmesem hatta hayal dahi edemesem de yağmurda ıslanıp hastalanan erkek çok memnun görünüyor ki bu hoş ve klasik bir romantizm bence.  Filmin yarısından çoğunda yemek yiyor oluşları bazen can sıkıcı olsa da yemeğin küçümsenmemesi gerektiğini dünyaya duyurur biçimde.
  Filmin müziklerine hayran kaldım, aynı müziğin birkaç kez tekrarlanıyor oluşu, bize onları biraz daha dinleme şansı veriyor. Özellikle filmin ilk yarısında dinlediğimiz, şu heyecan verici müziğe bayıldım, her çaldığında hastalık verici derecede bir inançla hiç gelmeyecek ‘aksiyonlu’ bir olayı beklemiş olsam da.
  Filmin birbirinden oldukça kopuk sahnelerden oluşuyor oluşu ve karakterlerin sadece beş saniyelik bir bölüm boyunca gülüyor oluşu beni yorsa da eğlendiğim bazı yerler oldu. Özellikle Bay Chaw’un Bayan Chan’e ‘eve gidince 3 kez çaldır’ deyişine hayran kaldım, biz gençlerin hayatının en klasik cümlelerinden biriydi bu, şu sms kampanyaları alıp başını yürümeden.  Ayrıca ayrılık sahnelerini prova ettiklerini anladığımda da çok gülmüştüm. Tam birbirinden ayrılacakları için üzülüyordum i birden kahkaha atmaya  başladım. Duygusal bir sahne olduğunun bilincindeyim, kadın hüngür hüngür ağlarken kendimi birazcık olsa kötü hissetmem gerektiğinin de, ama bu ‘prova’ olayı o kadar hoşuma gidiyor ki kendime engel olamıyorum.
  Kocasının kadının doğum gününü radyodan kutlayışı o zamanki dönemi yansıtan ilginç bir olay, siyah şemsiyenin zor bulunan bir şeymiş gibi, görüldüğünde sahibinin anlaşılabilir olmasıysa bir kusur gibi geliyor bana. Ayrıca kadının patronunun kullandığı kravatın, bir sonraki sahnede Bay Chaw tarafından kullanılıyor oluşu ve ofisteki fincanların restoranda da var oluşu film için maddi kısıtlamaların olduğunu düşünmeme neden oldu.
  Aradan 3 yıl geçtikten sonra kadının eski evini kiralayışı çok tatlıydı, keşke sözde ‘oğlu’ üç yaşından bu kadar büyük olmasaydı.
  Ağaç kabuğuna sır söyleme fikrini sevmiştim ama adam sırrını betona söylemeyi tercih edince bir an şoka girdim, hatta öyleki film bitene kadar çıkamadım ve ekranda yazılar belirmeye başladığındaysa saf saf ‘Bitti mi ki!’ diye bağırdım. Ve evet bitmişti. Sonradan öğrendim ki o betondan çiçek açmış, keşke onu kaçırmasaydım, kulağa oldukça hoş geliyor. Filmi çok beğendim ya da hiç beğenmedim demeyeceğim ama hafızamda yer edindiğini söyleyebilirim, uzun bir süre unutabileceğimi sanmıyorum.





Read More




Return to top of page
Powered By Blogger | Design by Genesis Awesome | Blogger Template by Lord HTML